Zahmet verdim…

esas dert şu, bu hususta:
yıllar çok kısa burada;
saniyeler gereksiz uzun
sensiz de, ben bunun,
kuşların sersemletici rüzgara isyanının,
yüzü önüne düşmüş o kırgın kadının,
tertemiz ecnebi kaldırımlarının,
bir daha bir daha okuduğumu bile bile
arasındaki armağanın menekşeyi bile
en sevdiğin sayfasında unuttuğun kitaplarımın
farkına varırdım ne gerek vardı ki sana?
farkına ererdim bi şekil farkımın,
daha ilk notasında beni ağlatan
pastanedeki radyoda çalan şarkının,
elimin boşluğundaki o amansız yankının,
hep buluştuğumuz ziraat bankasının
o her tarafı yazılı topal bankının
farkını anlardım bi ara
gerek yoktu yani sana
ben anlardım kendimce yahu
kaç bucak olduğunu gezegenin mesela
illa “göstermen gerekmezdi” diyordum!
tekmil bahar çiçeklerin acılı bakışındaki,
a, s, h, t, r, e, harflerinin arasındaki, o gizi,
gökkuşağının delirtici aritmetiğindeki,
kurşunun beynime yolculuğundaki,
o sessiz çığlığı, o dingin maddeyi;
seni keşfetmeyi istiyor, o özü arıyordum
durumum ortada – yalan yok – bulamıyordum
hiç gerek yoktu valla bak, sana da yük oldum
ne mana yani, zaten manasızlıkla nişanlıydım
soluksuz kaldık, sen de yok yere epey yoruldun
doğum lekesiyim beyninin, duracam aklında da…
ne zahmet ettin; ben kendim de yalnız kalırdım